Kavramlar iyi de…

Şeffaf

Sürdürülebilir kalkınma odaklı

Çevre dostu

Çalışan odaklı, kadın dostu

Samimi

Lider

Yenilikçi

Dijital…

KOBİ’den tutun da ülkenin önde gelen şirketlerine kadar hemen her şirket kendini uzun bir süredir bu kavramlarla tanımlıyor. Yani anlayacağınız herkes şeffaf, herkes lider, öncü, herkes dijital dönüşümü başarıyla uyguluyor, herkes yenilikçi ya da inovatif, herkes çalışan, kadın, çevre dostu… 

Gelin bu kavramların hiç olmazsa bir kaçına ilişkin duruma göz atalım. Önce, zamanın ruhunun en temel isteği ya da yeniçağın yükselen değeri olarak görülen şeffaflıkla başlayalım. Bugün halka açık şirketleri (onların birçoğu da zorunluluktan) çıkardığımızda finansal tablolarına dahi ulaşabildiğimiz kaç şirket var? Bırakın küçük ve orta boy şirketleri, Türkiye’nin en büyük 500 şirket sıralamalarına girebilecek durumda olup da bilanço verilerini paylaşmadığı için bu sıralamalarda göremediğimiz ne kadar çok şirket var! Fortune 500 Türkiye sıralamasını hazırladığımızda bilanço ve gelir tablosunu paylaşmak istemeyen Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden birinin CEO’suna nedenini sorduğumuzda, “Bayilerimiz kârımızı görürse ciddi sorun yaşarız” demişti. Bilançosunu rakiplerim görmesin, bayilerim bilmesin diye paylaşmaktan kaçınan şirket kültürünün hakim olduğu, kamu ihalelerine dair bile bilgi sahibi olamadığımız bir ortamda hemen her şirket şeffaf!…

Şirketler için sürdürülebilirlik salt PR değeri olan bir “hayırseverlik” boyutundan başka bir anlam ifade ediyor mu? Şeffaflığı dilinden düşürmeyen şirketler; kurumsal yönetimin temel ilkeleri olan şeffaflığı, adilliği, hesap verebilirliği ve sorumluluğu tam anlamıyla benimseyip hayata geçiriyor mu? 

Kadın dostu ve toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen… Bu iki kavramı kullanmayan bir şirket görmek neredeyse imkânsız. Öncelikle kadın istihdam oranlarına bakalım. TUİK’in Mart 2019’da yayımladığı verileri baz aldığımızda Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 33,6, istihdam oranı ise yüzde 28,9. Aynı oranlar erkekler açısından sırasıyla yüzde 72,5 ve 65,6. Görüldüğü gibi uçurum işin en başında oluşuyor. Kadınların yönetimdeki durumuna baktığımızda ise yine TUİK verilerine göre, şirketlerde üst düzey ve orta kademe yönetici pozisyonundaki kadın oranı yüzde 17,3. İnsan kaynakları alanında global şirketlerden biri olan Korn Ferry araştırmasına göre Türkiye’de her 5 üst yöneticiden sadece 1’i kadın. İş insanları örgütlerine –ki bunların hali hazırda birçoğunun adı hala “işadamları”- baktığımızda kadının adı yok. Ücret konusuna hiç girmeyelim… Başka bir veriyle devam edelim Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde Türkiye 153 ülke arasında 130’uncu sırada yer aldı. Daha işin temelinde bu durum varken toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun ayrıntılı olarak irdelemeye gerek var mı?

Yenilikçiliğin en temel göstergelerinden biri patent. Avrupa Patent Ofisi’nin 2018 yılı patent raporuna göre, Türkiye patent başvuru sayısı 2018 yılında 572’ye geriliyor. Türkiye bu sayı ile 52 ülke arasında 23. sırada yer aldı. Birinci sıradaki ABD’de 2018 yılı patent başvuru sayısı 43.612, yedinci sırada olan Güney Kore’de ise 2018 yılında 7.296 patent başvurusu yapılmış. Patent başvurusunda ilk 50’de bir markamızın dahi yer almaması sanıyorum şaşırtıcı olmasa gerek. Yine dijital dönüşüme öncülük yapan ülkeler ya da şirketlerin gelişmeleri kaygı ile izlediği bir dünyada hemen her şirketin kendini dijitalleşmenin öncüsü ilan ettiği bir Türkiye…

Liderlik ya da öncülük vurgusu… Dünyanın en büyük 500 şirket sıralaması olan Fortune 500 Global içerisinde Koç Holding dışında bir ikinci şirketimiz yok. Hatta Fortune 500 Türkiye şirketlerinin tamamı Fortune 500 Amerika listesine ancak ikinci sırada girebiliyor. Böyle bir tabloda liderlik ya da öncülük vurgusu Türkiye özelinde kullanılıyor dahi olsa gerçekçi mi?

Şirketlerin çok kolay kullandıkları söylemlerin bir kısmının makrodaki görünümüne yönelik fotoğrafı ortaya koyduk. Tablo diğer söylemlerin hemen hepsi için de aynı. Peki gerçekle bağı olmayan ya da şirket kültürümüze uygun olup olmadığına bakmadan bir söylemi sahiplenmek ne kadar sağlıklı? Ya da şirketlerin, kurumların, markaların iletişim dilinin, şirket kültürü ile ilişkisi nasıl olmalı? Bugün iletişim dilimize hâkim olan söylem; özgünlüğü, gerçekliği olmayan, “mış” gibi. Bu ne kadar sağlıklı ve moda deyimle iletişim açısından ne kadar sürdürülebilir? Ya da gerçekle bağı zayıf olan ve işletmenin tüm süreçlerinde benimsenmeyen bir iletişim dili ne kadar sağlıklı? Doğrusu Mevlana’nın deyimiyle  “Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün” mü acaba? İletişim bilimi bize ne söylüyor? 

Comment

There is no comment on this post. Be the first one.

Leave a comment