Sahi “itibarımızı” kim belirliyor

Bireysel ilişkilerden kurumsal ilişkilere kadar hayatı şekillendiren temel kavram; itibar. Hele de küçük bir köyde yaşanan bir olayın bir anda ülke gündemine, hatta dünya gündemine girebildiği bir ortamda itibar yaratmak! Ya da tüm dünyanın pazar olduğu sizin coğrafyanızın da rakiplerinizin pazarı haline geldiği global bir köyde itibar yaratmak! Aynı zamanda her şeyin büyük bir hızla tüketilebildiği bir dünyada itibar yaratmak ve bunu sürdürülebilir kılmak! Kulağa çok hoş geliyor ama…

Aması şu; bugün itibara, dünden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz kesin ancak işimiz dünden daha da zor. Ya da itibarın önemi konusunda kimsenin bir kuşkusu yokken, itibarı yaratmak, korumak ve geliştirmek için ne yapabiliriz? Nasıl yönetebiliriz? Bu sorulara doğru yanıtları bulmak kolay değil.

İtibara giden yolun ilk önceliği ‘Güven’. TDK, “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu” olarak tanımlıyor. Kelime anlamını irdelemeye devam edersek; korku çekinme ve kuşkunun olmaması için samimi, sahici, adil ve şeffaf olunması lazım. İnanma ve bağlanma duygusu içinse etkin bir vizyona, hikayeye ihtiyaç var.  Çünkü Amerikalı İletişimci Kevin Murray’ın da vurguladığı gibi “güven duygudur ve gelecekteki ekonomik esenliğimizin temelidir.”

Bu noktada gelin itibarın ne olduğu ve kimler tarafından oluşturulduğuna göz atalım.

Geliştirdiği Reputation Quotient İtibar Katsayısı modeli ile dünyada büyük ün kazanan Amerikalı Prof. Dr. Charles Fomburn’a göre itibar, “kurumun tüm bileşenleriyle elde ettiği toplam değer.” Başka bir tanımla ise itibarı “kimliğinizi başkalarının inşaası” ya da “bizim başkaları gözündeki algımız.” Kurumsal anlamda baktığımızda ise itibar “bilançoların arkasındaki en önemli varlıktır.” Yine Fornburn’dan alıntılarsak; “İyi itibar; sermayeyi, kaliteli elemanları, müşterileri ve tüm iş ortaklarının desteğini mıknatıs gibi kendine çeker. İyi itibar karlılık getirir.”

Bunları yaptık artık itibar kendiliğinden gelecek! Amiyane deyimle çok beklersiniz. Sözgelimi bir şirketin mal veya hizmetlerini kaliteli, sağlıklı, doğru, düzgün, hukuki ve etik ilkelere uygun bir şekilde üretmesi önemli. Ancak yeterli mi? Günümüzde şirketlerden kalite, hizmet, fiyat, yarar gibi geleneksel faktörlerin yanı sıra yüce bir amaç ve sağlam değerler kümesine sahip olmaları bekleniyor. Kökleri hizmet ettikleri toplumların bağrında olan şirketlerin de toplum yararına bir güç olduklarını misyonları ve uygulamaları ile ortaya koymaları gerekiyor. Kurumların tam da bu noktada şeffaf, hesap verebilir, çalışandan, iş ortaklarına ve topluma kadar geniş çerçevede iyi yönetişim ilkeleriyle hareket etmesi lazım.

Güven ve itibar, kişilere olduğu gibi kurumlara da güç kazandırır. Unutulmamalıdır ki güven ve itibar uzun bir zaman içinde elde edilebilen, diğer yandan çok kısa sürede yitirilebilen, yanılma ve aldatılma riskini de içerdiğinden dolayı kırılgan bir değerdir.  Ve de TÜSİAD eski Başkanı Erol Bilecik’in* söylediği gibi; “İtibar ödünç alınmaz, konkordato ilan edemez.”

Ve unutulmamalıdır ki itibar tüm bunlar üzerinden etkin ve süreklilik isteyen iletişimle ilgili bir meseledir. İzlemenin yoğunlaştığı, daha sıkı bir gözlem altında olduğumuz ve de beklentilerin çok yüksek olduğu bir dünyadayız.  Böyle bir dünyada Kevin Murray’ın deyimiyle, “Her şey gelip tek bir noktaya dayanır: Kilit ilişkileriniz arasında yer alan insanları esinlendirmeyi, sizi desteklemelerini, vizyonunuza ortak olmalarını sağlayacak etkin bir iletişim politikanız var mı?” * Erol Bilecik’in Repmen İtibar Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Krizler Kaosa Dönüşürken İtibarı Yönetmek” başlıklı forumda yaptığı konuşma.

Comment

There is no comment on this post. Be the first one.

Leave a comment